1200 yılında Papa Üçüncü İnnocentius Kudüs'ün Müslümanlardan geri alınması için tüm Avrupa'yı sefere davet etti, Kısa sürede 25 bin gönüllünün toplandığı 4 Haçlı Ordusu öncelikle Mısır'a saldıracak, Mısır'ı ele geçirip bir Hristiyan üssü haline getirdikten sonra
Kudüs üzerine yürüyecekti. Kuzey İtalya'da toplanacak olan Haçlı Ordusu'nun Mısır'a sevki için Venedik Cumhuriyeti ile bir anlaşmaya varıldı, Venedik, hem orduyu taşımak için Avrupalı hükümdarlardan 84 bin gümüş Mark alacak, hem de ele geçirilen yerlerin yarısının kendilerine bırakılması şartıyla Haçlı Ordusu'nun içerisinde yer alacaklardı. Venedikliler bu karlı anlaşmayı Haçlılara kabul ettirebildiler.Fakat bu sırada başka bir anlaşma için görüştükleri bir isim daha vardı, kardeşi tarafından tahtından edilen Bizans İmparatoru İkinci İsaakios'un oğlu, Aleksios, Aleksios da bu Haçlı Ordusu vasıtasıyla amcasının tahttan indirilip kendisinin imparator olması halinde Venediklilere büyük vaatlerde bulunuyordu. Bu nedenle Venedik Doçu Enrico Dandolo donanmanın Mısır'dan önce İstanbul'u kuşatmasını sağlayabildi. 24 Haziran 1203 günü Boğaz girişinde demir atan Haçlı Donanması, bugünkü Kadıköy'de ordugahını kürdü. Haçlı Donanması'nın komutanlarından biriolan Geoffrey Villehardouin İstanbul'u İlk gördüğünde yaşadığı şaşkınlığını şu satırlarla anlatıyordu:
“Şimdi bilesiniz ki, Konstantinapolis'i daha önce hiç görmeyenler kente büyük bir istekle baktılar, çünkü dünyada böylesine zengin bir kent olacağımı hiç düşünmemişlerdi ve bu kent, büyüklüğüyle bütün öbür kentlerin çok üstündeydi.”
Haçlılar İmparatordan tahtını yeğeni Aleksios'a bırakmasını talep ettiler. İmparatorun bunu kabul etmemesi üzerine de öncelikle Galata'ya saldırdılar ve bir gün dayanabilen bir direncin ardından Galata'yı ele geçirerek Haliç'e gerilmiş olan zinciri indirdiler. Bu sayede Haçlı Donanması kolaylıkla Haliç'e girdi ve şehirin içine girmeyi başararak İstanbul'da büyük bir yangın başlattı. Kayıtlara göre bu yangında şehirdeki 20 bin kişi evsiz kaldı. Neticede Aleksios imparatorluk tahtına oturdu, Haçlı ordusu da şehirden çıkarak Galata'da ordugah kurdu ve Aleksios'un vaatlerini yerine getirmesini bekledi.
Fakat Aleksisos tahta geçtiğinde verdiği vaatlerini yerine gelirmenin mümkün olmadığını gördü. Venediklilere vaat elliği ödemeleri yapabilmek için halka yeni vergiler getirip, kendi halkının da nefreti fazlasıyla topladı. Fakat her şeye rağmen neticede vaat edilen ödemeler yerine gelirelemedi, verilen sözler tutulamadı, Bunun üzerine Venedik Doçu Enrico Dandolo, vaat edilip yerine getirilmeyenleri kendisi almak için Haçlı Ordusu'nu tekrar İstanbul'a yöneltti. Zaten Mısır'a gitmek için sabırsızlanan ve Galuta'da beklemekten sıkılan ordu 12 Nisan 1204'te İstanbul'a girdi ve Runciman'ın deyimiyle “İnsanlık tarihindeki en büyük suç ogün işlendi. Runciman Haçlıların İstanbul'da yaptıklarını şu satırlarla anlalıyordu:
“Konstantinopolis, antik Yunan'dan kalan sanat yapıtları ve kendi üstün ustalıklarının ürünü olan başyapıtlarla doluydu. Venedikliler böyle şeylerin değerini biliyorlardı. Nerede bir hazine huldularsa onu kendi kentlerindeki bir meydanı ve kiliseyi ve sarayı süslemek üzere alıp götürdüler, Ama Fransızlarla Flamanlar yok etme arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Naralar atarak sokaklara ve evlere saldırdılar, parlayan her şeyi kaptılar ve ve taşıyamayacaklarını yıkıp kırarak, ancak birini öldürmek yada birinin ırzma geçmek ya da içki içmek için şarap mahzenlerini yağma ettiklerinde mola verdiler. Ne manastırlar, ne de kiliseler ve kütüphaneler bu yağmadan kurtulabilmişti.
Ayasofya'nın mermerlerinden mozaiklerine kadar birçok kıymetli eşya yerlerinden sökülerek Venedik'e gölürüldü. Venedik'in ana katedrali olan Saint Marco Kilisesi o güne değin sıradan bir kilise iken, Ayasofya'nın mermerleri ve mozaikleri ile tezyin edilerek bugünkü haliyle görkemli bir kilise haline getirildi. Venediklilerin şehirlerine taşıdıkları yüzlerce parçadan en dikkat çekeni ve şüphesiz en sembolik olanı İstanbul'un simgesi haline gelmiş dört bronz attı. Bizanslıların Ouadriga Atları olarak andıkları bu dört bronz at, Hipodrom'da, yani bugünkü Sultanahmet Meydanı'nda, imparatorun yarışları seyrettiği locanın üzerindeki kulede, dört sülün üzerinde yükseliyorlardı. Ouadriga dörtalın çekliği savaş arabası anlamına geldiği için atlarda bu isimle anılıyorlardı. Bu atlar rivayet edildiğine göre milattan önce 4. yüzyılda Büyük İskender'in heykeliraşı Sakızlı Lysippos tarafından yapıldı. Atların özelliği bakır ve civa karışımı özel bir alışımdan imal edilmeleri ve güneş ışığının altında altın izlenimi vermeleri ve gerçek boyutlarda, anatomik olarak da Lamamıyla gerçek izlenimi vererek görenleri hayran birakmasıydı.
Bir rivayete göre İmparator Theodosios İstanbul'daki hipodromu inşa ettirirken bu atlardan haberdar olmuş ve Yunanistan'dan atları getirterek imparatorluk locasına yerleştirmiştir. Diğer bir rivayete göre ise atlar zaten daha erken bir tarihte Yunanistan'dan alınıp Koma'ya götürülmüş ve burada imparalorun locasına yerleştirilmiş, daha sonra İstanbul'daki hipodroma taşınmışlır. Atların yükseldiği imparatorluk locasırın yerinde ise buyün Alman Çeşmesi bulunmaktadır.
Atlar Venedik'e taşındıktan sonra öncelikle Arsenal olarak anılan tersanenin girişine yerleştirildiler. 50 sene kadar burada kaldıklan sonra da bugün de şehrin ana katedrali olan Saint Marko Kilisesi'ne taşındılar ve kilisenin balkonuna yerleştirildiler. Bir dönem de anıtsal bir giriş sağlanmak içinatların kilisenin giriş kapısının iki yanına dizildiği anlatılmaktadır. 1611 yılında Venedik'e giden Polonyalı Simenn, Saint Marco Kilisesi'ni, Ayasofya'dan taşınan eserleri ve atları, o devri de bu eserlerin insanlar üzerinde
nasıl bir etki bıraktıklarını şu satırlarla anlatır;
“Kilise kubbesinin önünde üç adet bakır sütün vardır ki merasim günlerinde bunlara haçlı levhalar asılmaktadır,üst tarafla da bakırdan mamul ve azgın vaziyette dört adet heybetli at heykeli vardır. San Marco'nun kapı pervazları ve bütün kapılar kamilen bakırdan olup üzerlerinde o kadar mahirane bir sanatla resimler işlenmiştir ki ne kadar bakılsa yine güzelliğine doyum olmuyor. Altın gibi parlayan dökme atlar, canlı bir tavırla birbirine bakmaktadır.”
İstanbul'un atları on yıllar boyunca Venedik teki Saint Marco Kilisesi'nin balkonundan dünyayı seyretmeye devamı ettiler, Onları yerlerinden koparan bir diğer isim
ise Napolyon Bonapart oldu. 1797'de Venedik'i işgal ederek Venedik Cumhuriyeti'ne son veren Napolyon, şehri daha sonra Avusturya'ya devrederken muzafteriyetinin bir sembolü olarak atları yerlerinden söktürüp Paris'e taşıttı. Asırlar boyunca İstanbul'da imparatorluk locasını süsleyen atlar bu sefer Paris'le önce Tuilleries Sarayı'na renk kattı sonrasındaysa Louvre Sarayı'nın önündeki Carrousel Meydanı'nda inşa edilen Zafer Takı'nın üzerine yerleştirildi.
Fakat Venedikliler atlarını unutmadılar, onlara tekrar sahip olabilmek için uygun zamanı beklediler. Nihayet 1814'te Napolyon tahttan feragat ettirilip Elba Adası'na sürgüne gönderildiğinde, bu fırsattan istifade atları tekrar Venedik'e gelirtip eski yerine, Saint Marco Kilisesi'nin balkonuna yerleştirdiler, Birinci Dünya Savaşı patladığından atların başına yine bir şey gelmesinden korkulduğundan Roma'ya taşındılar, Savaşın neticelenmesiyle tekrar Venedik'e geridöndüler ama sonrasında başlayan İkinci Dünya Savaşı ile birlikte yine savaşları korunmak için Padavo'da güvenceye alındılar. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Venedik'e dönen atlar tekrar Saint Marco Kilisesi'nin balkonundaki yerlerini aldılar.
Ta ki 1990 yılına değin. Hava kirliliği ve doğal koşulların artık 2400 yaşına gelen atlar için uygun olmadığı görülerek, atlar beşyıl kadar sürecek kapsamlı bir restorasyona tabi tutuldular. Bu sırada Venedikliler ve şehrin ziyaretçileri de allardan yine mahrum kalmasın diye Milano'daki Fonderia Artistica Battaplia'dan atların kopyaları yapılıp kilise balkonuna yerleştirildiler. Orijinal atların restorasyonu tamamlandığında onlar da yine kilisenin üs kal galerisinde kurulan müzenin bir köşesine yerleştirildiler ziyarete çıkacaklar. Venedik'teki atlar en son Dan Brown'ın filimleştirilen romanlarından Inferno'da konu edindi ve tüm dünyaya yayılacak oları virüsün İstanbul'da olduğu bu atlar sayesinde anlaşıldı. Asırlar boyunca İstarıbul'u süsleyen hükümdarların zaferlerinin sembolü hakline gelen bu atların İstanbul'a geri dönmesi belki mümkün olmaz ama umulurki bir cün Venedik'in yaptığı gibi hiç değilse kopyaları İstanbul'da, Osmanlıların da At Meydanı olarak andıkları bugünkü Sultanahmet Meydanı'nda, bir gün yine yükselir.
AYASOFYA'NIN MERMERLERİNDEN MOZAİKLERİNE KADAR BİRÇOK KIYMETLİ EŞYA YERLERİNDEN SÖKÜLEREK VENEDİK'E GÖTÜRÜLDÜ.
Kaynak
İstanbul life
Harika bir yazı..
Atları Venedik te San Marco Bazilikasinda görmüştüm . Cokk etkilenmiş ve duygulanmistim.
Bu görmüş geçirmiş atları Istanbul da tekrar görmek ne guzel olurdu..