Topkapı Sarayı, Sultanahmet ve Kadırga arasında kalan bölgeye Cankurtaran adı verilir, çünkü bu akıntılı bölgede bir cankurtaran ekibi oluşturulması gerekli görülmüştür. Yüzyıl başından bu yana semt zenginlerin kendilerine ev bulmak için baktığı bir yer olmaktan çıkmıştı. Bu sayede, dokusu çok fazla bozulmadı.
Son dönemde turizmin yaygınlaşması, bu işle ilgilenmek isteyen kişilerin de bazı turistlerin otantik görüntüleri betonarme monotonluklara tercih edebildiğini nihayet anlaması sonucu, birçok eski ahşap evin çok çirkin sayılmayacak şekilde restore edilip pansiyon haline getirildiğini görüyoruz. Şüphesiz arada birçok çirkinlik var, ama bunların boyu bosu çok fazla olmadığı için, zamanla onların yerine de genel karakteri bozmayacak mimaride yapılar yapılabilir. Bu arada, Dede Efendi'nin oturduğu bir ev de yakınlarda restore edilmiştir.
Bu semtte birçok sokak adı, nedense, sakal ve bıyık adları taşır: Aksakal, Akbıyık, Kabasakal, Terbıyık gibi. Akbıyık Mescidi, mimari olarak fazla bir özel iğe sahip değildir, ama ilginç bir yanı vardır. Tarihi, suriçi İstanbul'da, kıbleye en yakın cami olduğu için, "imam ül mesacid" sıfatıyla anılırdı. Oldukça eski olan çifte hamamı zevksiz yeni yapılar arasında sıkışıp kalmıştır.
Ahırkapı Meydanı sevimli bir alandır. Bir yanda, Türk sinemasının ünlü "kötü adam'larından Erol Taş'ın şirin kahvesi, öbür ucunda, ön duvarında suyu hâlâ akan bir çeşmesi de olan, herhalde gayrimüslim yapısı, dört katlı güzel bir taş bina vardır. Semte adını veren sur kapısına doğru giderken sağdaki bitişik on evlik akaret binaları yeni restore edildi. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'ya kaçırılan silâhların geçici olarak burada depolandığını öğreniyoruz. Akbıyık Meyda nı'ndaki meydan çeşmesi de ilginç (18. yüzyıldan).