Bizans imparatorluğu'nun dünyevi hayatının geçtiği Hipodrom, Sultanahmet Camii'nin tam önünde uzanıyordu. İlkin Septimus Severus’un yaptırdığı, sonra da Büyük Konstantinus’un genişlettiği bu Hipodrom, 480 x 117 metrelik bir alana yayılmış, 100.000 kişi aldığı söylenen, devasa bir yapıydı. İmparatorluk sarayı şimdi Sultanahmet'in bulunduğu alanda olduğu için, Hipodrom'da kathisma denilen imparator locası da o taraftaydı. Giriş ise kuzey ucunda, Milion taşına ve Ayasofya'ya bakan taraftaydı. Burada büyük kemerli kapılar vardı.
Hipodrom duvarlarının üstü çok sayıda heykelle süslüydü.Ortada, çevresinde yarışan arabaların döndüğü Spina uzanıyordu. Bu Spina'nın üstündeki belli başlı anıtlar hâlâ burada duruyor. Bunlardan biri İstanbul'daki en eski tarihi eser olduğunu söyleyebileceğimiz, İmparator Büyük Theodosius tarafından diktirildiği için (390) onun adıyla anılan dikili taştır. İ.Ö. 1550'de Firavun III. Tutmosis, bir Mezopotamya seferi ve zaferini anmak için yaptırmıştı. Luksor'da Karnak tapınağına dikilen taşın, şimdikinden üç kat daha uzun olduğu söyleniyor. Dünya egemenliği Roma'nın eline geçince, taş da İstanbul'a taşındı ve kırılmış, küçülmüş olduğu halde yıllarca dikili hale getirilemedi. Sonunda diktiren Theodosius'u yarış seyrederken ya da obeliski dikerken resmeden kabartmaların olduğu dört köşe kaideye oturtuldu. Sütunun kendinde ise, hiyerogliflerde, Tutmosis'in Amon Ra'ya sunduğu kurbanlar anlatılıyor.
İkinci ilginç anıt, Delphi'deki Apollo tapınağından getirilen, üç yılanın birbirine dolandığı Burmalı Sütun'dur. Bu bronz anıtın Palatea savaşında öldürülen Pers askerlerinin eritilen kalkanlarından yapıldığı kabul edilir. Eskiden başları da tamamken, bunlar Osmanlı döneminde çeşitli nedenlerle yok olmuş; yalnız birinin bir parçası Arkeoloji Müzesi'nde. Bu başlar, büyük bir bronz kazanı tutmaktaymış. Dethier kazanın altın olduğunu ve Latin işgali sırasında eritilip sikke basıldığını söylüyor.
Üçüncü ve son sütunun İmparator Konstantinos VII. Porfirogennetos'a ait olduğu konusunda geniş bir konsensüs var. Ben, Freely ve Sumner Boyd gibi, sütunun çok daha eski olup bu imparator zamanında onarım gördüğü kanısındayım. Osmanlı döneminde Türklerin tırmanıp marifet gösterdiği bu 32 metrelik taştan örülme sütun bir sanat eseri olarak en az ilginç olanı.
Buradaki başka anıtların zamanla yok olduğu veya başka yere taşındığı biliniyor Venedik'te San Marco'daki at heykelleri gibi.
Bu arada, Porfirogennetos sütununu kaplayan bronz levhalar da, yılanlı sütunun kazanı gibi sikke yapmak üzere eritilmiş. Mızraklı bir Athena heykeli de Hıristiyanlık çağında tahrip edilmiş.Söylentiye göre Macaristan seferinden sonra Damat İbrahim Paşa oradan bazı heykeller getirerek buraya dikmiş; muhafazakârlar bundan hoşlanmamış.Paşanın idamından sonra heykeller yok edilmiş.Eski Spina'nın kuzey ucuna rastlayan yerde çok daha yeni bir anıt, Alman Çeşmesi duruyor. Bu, Bağdat demiryolunun yapımına başlandığı sıralarda, Kayser II. Wilhelm'in Osmanlı sultanına armağanı.Bu armağanlaşmalar I. Dünya Savaşı'nda Alman Osmanlı ittifakına kadar uzanmıştı çeşme de o savaşın anısı kadar "güzel".
Hipodrom'dan Spina'daki anıtlar dışında fazla bir iz yok. Son izler, hemen orada 40 yıl kadar önce yapılan masif ve sevimsiz Adliye "Sarayı"nın inşası sırasında yıkılmıştı. Gelgelelim, At Meydanı'nın güney ucunu dolduran Marmara Üniversitesi Rektörlük binasının arkasına doğru inince, Hipodrom'un Sphendon denilen güney ucu görünür. Üstünde, Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi vardır (birde Sultanahmet'in imareti ve darüşşifası okul bahçesinde kalmıştır). Birkaç yıl öncesine kadar Sphendon'un çevresi küçük yoksul evlerle sarılıyken bunlar yıkıldı eski duvarlarda izleri hâlâ görülüyor.
Binanın içinin de son derece ilginç olduğuna şüphe yok.Bir zamanlar vahşi hayvanların burada tutulduğu, daha sonraları da sarnıç haline getirildiği biliniyor. Ama bu kadar yoğun turistik ilginin bulunduğu bu bölgede nedense burayı düzenleme konusunda hiçbir işaret görülmüyor. Bizans hayatında çok önemli bir yeri olan Hipodrom'da çeşitli eğlenceler yapılırdı ama en heyecanlı olay araba yarışlarıydı. Başlangıçta dört ayrı yarışmacı grup vardı ve bunlar dört unsuru temsil ediyordu; Maviler (Hava), Yeşiller (Toprak), Beyazlar (Su) ve Kırmızılar (Ateş).Zamanla yalnız Mavilerle Yeşiller kaldı.
Aralarında zaman zaman birbirlerini öldürmeye varan bir rekabet hüküm sürerdi; güçlü merkezi devlete karşı elinde fazla bir direnme gücü olmayan halkın, tepkilerini ve öfkesini kendisiyle eş düzeyde bir rakibe yöneltmesinin bir örneği.Devlete karşı ayaklanmalar da olurdu. İustinianos'un saltanatının erken dönemindeki Nika ihtilali bunlardan biridir. Hipodrom bu ihtila lin merkezi olmuş, general Belisarios buraya kıstırdığı ihtilalcilerden 30.000 kadarını öldürerek ayaklanmayı bastırmıştı. İmparator Andronikos Komnenos'un kanlı bir şekilde linç edilmesi de burada geçti.
Daha sonra, Osmanlı döneminde de At Meydanı hem cirit oynanan yer, yani spor alanı, hem de görkemli şehzade sünnetlerinin yapıldığı eğlence yeriydi; ama Biz ans'taki gibi pek çokayaklanmaya da sahne oldu. İki kapıkulu ocağı, yeniçeriler ve sipahiler burada birbirleriyle savaştılar. IV. Mehmet zamanında, ağaçlara asılan adamlar nedeniyle "Vakai Vakvakiye"denen ayaklanmanın vahşi süreci de burada geçti.
Türkiye tarihinde Sultanahmet'in oynadığı son spektaküler rol, I. Dünya Savaşı'ndan sonra İtilaf Devletleri işgali altındaki İstanbul'da yapılan, yazar Halide Edip'in de konuştuğu son derece kalabalık ve heyecanlı siyasi miting oldu.Sultanahmet Meydanı'nda, caminin sırasında, şimdi Kültür Bakanlığı'na bağlı eski ahşap bina, Recep Peker'in eviydi.