Porto Santo Stefano - Porto di Roma - Napoli (Castellamare di Stabia)
Porto Santo Stefano’dan apar topar çıkmaya karar verip, Roma denizine doğru çözdük halatları. Servisin belirsiz zaman vermesi ve orada motorun 50 saat bakımını yaptırmamızın neredeyse imkansız olması nedeniyle, şansımın daha yüksek olduğunu düşündüm. Yine gece seyri, yine karanlık, yine sessizlik... Denizin ortasında iken yıldızlar daha fazla ve gökyüzü daha süslü görünüyor. Denizin hışırtısından başka hiç bir ses yok. İnsanın kendisi içindeki yolculuğu için birebir uygun bir ortam anlayacağınız. Bana motor firmasının servisinin sorumsuzluğunu unutturdu.Bu seyir bacağının iki kişilik son seyrim olacağını bilmiyordum. Normal geçti, deniz sakin ve rüzgar ise ters yönden hafif. Yine motora devam ettik. Sabah Roma göründü ve büyük şehir limanı olmasının işaretleri de... Her yerde dubalar ve açıkta petrol boşaltan tankerler, vızır vızır işleyen pilotlar ve diğerleri... Delta ağzı olması nedeniyle, su sığ ve herkesin o gün balığa çıkası gelmiş, deniz küçük teknelerde avlanan insanlar kaynıyor. Bu kalabalıkta, balıkların bir zoka yutmamasına neredeyse imkan yok. VHF’den standart anonsumuzu yapıyoruz ve içeriye dalıyoruz. Marina büyük ama pis, wc ve duşlara girmek bile istemedim. Bizdeki servisin, Avrupa’daki bir çok yerdekilere göre daha iyi olduğunu düşündüm yine.Marinaya yakın Ostiya diye bir yerleşim yeri var yürüme mesafesi. Ama çok da parlak bir yer değil ziyaret için. Sanırım yazın oralar insan kaynıyor, kafeler ise iyi iş yapıyor olmalılar. Mevsim dışı olması nedeniyle tamamen terk edilmiş gibi. Zaten bir de İtalyanlar’ın gün ortası dinlenme olayları, bizim yaşam saatimize uymadığı için pek tutturamıyorum şehirlerde olma zamanını. Hatta bir çok restoran/lokanta, 19:00 - 20:00 öncesi açık değil, kimseyi kabul etmiyorlar. Bu kadar kira verip, niye kapatır ki dükkanlar?!Teknemi yıkayıp, temizleyip, daha sonraki seyre hazır hale getiriyorum. Eksiklik hiç bitmiyor. Jeanneau Firması’na yine bildiğim tum “duaları” ve “iyi dilekler”imi yolluyorum... Bu yetmiyormuş gibi internetteki “Crew Finder” sitelerinden birinden bulduğum hanımefendinin kaprisleri başgösteriyor. İstediği gibi yelken yapamıyormuş, ayrıca canını güvende hissetmiyormuş, tatilini böyle hayat etmemişmiş. Ben de içinden “bir de teknenin tapusunu üzerine yapayım, o olsun!” diye geçirdiysem de, söylemedim. Gittiği yere kadar gitsin derken, kadın taaa Midilli’ye kadar gelecekken, önce Napoli’ye kadar gelmeye ve hemen sonrasında da Roma’dan ayrılmaya karar verince. “Üzüldüm!” desem yalan olur. Sadece tek başıma nasıl devam edeceğimi, nasıl bağlanıp, çözüleceğimi, nasıl yelken açıp, indireceğimi ve bunun gibi iki kişi ile yaptığım her şeyi düşündüm. Artık sadece düşüne zamanı değildi artık. Artık, tek başına seyri uygulama zamanıydı. Sabah 04:00’de uyanıp, hava tahminlerinin de güzel şeyler söylemesinden de aldığım gazla, 05:00’de çözdüm halatları. Eğer bir şeye karar verdiysem ve kafamda yapabileceğim düşüncesini de oluşturabilirsem, kendim bile tutamam kendimi...
Her şey yolunda gidiyordu. Rüzgar da benden yana. Belki yelkenciler pupadan gelen rüzgarı severlerse de, hala çırak yelkenci olan ben, teknenin yatmasını seviyorum. Yandan gelen rüzgarı yeğliyorum bu yüzden. Normal olmadığımı biliyorum :) Güneşin doğuşu, binbir kere görmeme rağmen yine beni büyülüyor ve seyre dalıyorum. Ve o an hiç ama hiç düşünemeyeceğim, hatta hayal bile edemeyeceğim bir şey gerçekleşiyor. Küçük bir kuş, pat diye tekneye konuyor. İçim ürperiyor. Taaa Romanya günlerimin sabahlarıda, kahveme ve yanında küçük bir parça yiyeceğime eşlik eden “Mr.Sparrow”u hatırlatıyor. Ve o kadar çok anı doluyor ki düşüncelerime tekrar. Biliyorum, eminim artık, yalnız değilim...Zaman geçiyor ama ağır ağır yol alan teknenin acelesi yok. Anzio, Terracina, Mondragone açıkları derken o güzel güzel doğan ve sonra parlayan güneş, batıyor. Yine karanlık... Karanlıktaki en zor konu (benim için) yaklaşmakta olduğum yerdeki şehir ışıklarının, büyük yanıltıcılığı. Denizin ortasındaylarmış gibi parlamaları, sanki denizin ortasında tekneler veya dubalar, kardinaller etc varmış gibi bir algıya yol açıyor. Ve denizde her şey ve her yer yakın gibi görünüyor, gece bunun üzerine bir de görünmezlik ve yanılsamalar dahil oluyor. Örneğin denizde yüzen koca bir ağaç görmemişsinizdir ama ben gördüm. O ağacın gece tekneye çarpması... Neyse düşünmek istemiyorum. Napoli Körfezi’ne girmek için Procida Adası ile ana kara arasındaki kanaldan geçmeye karar verdim ama burası çok sığ ve bir kardinal var. Her sığlık daha dikkatli olmamı söylüyor bana, 23 saat geçmiş ve yorgnum ve söz verip de, tutmayan Arjantinli Bayan’ın tüm sülalesine... Neyse müziğin sesini sonuna kadar açıp, dans ediyorum, eşlik ediyorum ve bildiğim tüm ne varsa beni ayakta tutacak, uygulamaya döküyorum. Evet marina görünüyor ama söylemiştim ya “Denizde görünen her şey, daha yakın görünür olduğundan...”. Üstüne bir de daha önceki günlerdeki fırtına ve yağmurlar sonrası derelerin-nehirlerin sürüklediği ağaç gövde parçaları ve dalları denizde yüzüyor. Gece ise onları görmek imkansız. Yanımdan geçenleri gördükçe, dualarımın şekli değişiyor... “Allahım ağaçlar hep yanımızdan geçsin, denizcileri ağaçların gazabından koru Ya Rab’bim!” :)
Güneş yine doğuyor ve marina daha iyi seçiliyor artık. Ve arkada da Vezüv Yanardağı. Bir anons daha VHF’den... Yanıt geliyor... Ama devamı yok... Bu adam da İngilizce bilmiyor. Ben de giriyorum marinaya. Ve biryerden el sallıyor görevli. Olduğu yere yanaşıyorum. Yanaştığım ilk “finger pontoon”... Sevmiyorum onları da. Marina güzel ama çevresi çok boğucu. Endüstri bölgesi gibi ve kazıkçılar oldukça ve fırsatçı... Ehh Napoli’yi görmeyi ben seçtim. Aaaa söylemeyi unuttum ama daha önce Crew Finder Siteleri’nden birinde, bana katılmayı isteyen ama hiç tecrübesi olmadığını söyleyen çocuğa mail atmıştım gelebilir diye... O da uçağa atlayıp geleceğini söylemişti. Napoli’ye vardığım gün, o da gelecekti.
Akşam beklerken, erkenden teknenin yanında bitti. İyi birine benziyordu. Ve tabi artık halatları atacak biri vardı en azından ve en önemlisi sohbet edebileceğim biri :) Varsın olsun tecrübesiz olsun, tecrübelilerde ne bulduk ki!... Çiçeği burnunda bir kaptan olan ben, kısa sürede bu iddialı seyre hazırlanabildiğimi düşündüysem, o çocuk da bana kısa sürede yardım edebilir hale gelebilirdi. Sıfır biri olması demek, benim bile tecrübelerimden yararlanabilir demek olacaktı ayrıca... Artık ben deniz de birilerine bir şeyler öğretmenin zevkini tadabilirdi yelkencilik babında... Hadi bakalım :)Önce Napoli’ye gittik, beğendiğimi söyleyemem. Napoli’de yediğim pizayı ise hiç. İstanbul’da
daha iyi pizza yapıyoruz biz :) İstanbul’un Tahtakalesi ile Beyazıt’ının karmaşası gibi yerlerde dolaştıktan sonra, geri dönmeye karar verdim. Zaten yorgundum. Sonraki gün ise, Sorrento’ya gittik. Bu sefer değdi diyebilirim. Tepeden denize bakan şehir. Limon Şehri... Her yerde limondan yapılan yiyecek ve içecekler. Ve iyi insanlar... Ve tekrar demir alma zamanı... İçimi karartan bu marinadan ayrıldığım için mutlu idim .
19.10.2015
Comments